Acil Müdahale Uygulama Birimi (AMUB)

Corrado Fedeli ve Stefano Pulga'nın kazılardaki acil müdahale ve konservasyonla ilgili sorunsallara ilişkin önerisi:

Sistematik kazılarda ve özellikle de kurtarma kazılarında görevi ortaya çıkan kalıntılara koruma ve acil müdahale uygulamalarını gerçekleştirmek olan, kazıda her gün arkeologla birlikte çalışacak bir birim oluşturulması

Yeni italyan Arkeolojisi'nin dogusundan beri böyle bir birimin eksikliği hep vurgulanmıştır. İngiltere'de ise bu eksiklik çoktan doldurulmuştur. Anglosakson konservatör figürü kimileri icin gerçeklikten uzak veya ütopik görülebilir. Bilimsel başkan (arkeolog) bilimsel çıkarımı beyan eden bir figürle (konservatör) eşit bir karşılaştırmayı kabul edebilir mi? Konservasyon önlemlerine göre uygulama tercihlerinin sırasını değiştirebilir mi? Zaten kıt olan ekonomik kaynaklarinin bir kısmını bu uygulamalara ayırır mı?


AMUB tanimi rastgele tercih edilmemistir. Tercih edilmesinin birincil nedeni nötr bir değerinin olması, ikincil nedeni ise görev ve rolü gereği arkeolog ve restorator figürlerinden ayrı tutulmasidir. Arkeologlar bunu “buluntu sorumlusu" olarak tanımlayabilir. Restoratörlerin zihninde

ise az veya cok uzmanlaşmış, arkeolojik restorator denen

bir alt kategori veya restorasyonla az ilgisi olan ya da hiç

ilgisi olmayan bir figür canlanacaktir. Aslında arkeolojik materyaller diye birşey yoktur. Daha doğrusu bu sadece arkeologlar tarafından yapılan bir tanımdır. Aslında arkeolojik mal gruplari vardir. Kazılardan elde edilen bulgular kendilerine has ve tipik problemler içerir. Tam da bu noktada konservasyon ve restorasyonda spesifik yeteneklere ihtiyaç duyulur. Bu kişilerin genellikle sanat eserleri restorasyonunun kendi sektörüne veya laboratuvarda gerçeklestirilen restorasyon alanında aranılana göre pek çok açıdan farkli yönleri vardir.

Genellikle bir restorasyon şantiyesinde çalışan veya laboratuvarda konservasyon uygulaması yapan bir restoratörün arkeolojik alandaki bir buluntuyla karşılaştığında aynı yetkinlikle müdahale edebilecegi yanilgisina düşülür. Bir kazicinin, taşinabilir bir kültür varligina "laboratuvar" restoratöründen daha yetenekli ve maharetli bir şekilde müdahale ettigi örnekler vardir. Buradaki problem şudur: kazi sirasinda konservasyon önlemlerini uygulamaya koyacak, uygun eğitilmis profesyonel figürler günümüzde izole edilmişler ve farklılaştırılmışlardır.

AMUB'un varsayımsal profili

Kazıdaki bir acil müdahale birimi, arkeologlarda olduğu gibi hümanistik ya da restoratorlerde olduğu gibi teknik-bilimsel bir çıkarım yapmaksızın, bir veya daha fazla kişiden oluşabilir. Buna rağmen, büyük olasılıkla her ikisi de bu birimde aday olması beklenen tekniker listesinde birinci sırada olmayı bekleyecektir. Aslında, istisnalar kaideyi bozmamakla birlikte, bu iki figür de bu işe en uygun olmayan kişilerdir. Her iki durumda da, az önce ifade ettiğimiz nötrlük kavramı zedelenecektir: her ikisi de çok uzmanlaşmış bir formasyondan gelmektedir ve almış oldukları bu formasyon ister istemez yaklaşımlarını etkileyecektir. Dahası, her ikisi de giderek artan bir şekilde kendi alanlarında ya da proje yönetimi alanında daha spesifik görevler üstlenmeye yönelirler. Böylelikle kazı meselelerinden uzaklaşmış ve bu konudaki dikkatleri dağılmış olur. Çok uzmanlaşmış ve duyarlı kazıcılar bazı görevleri yerine getiremeyebilirler.

Stratejik olarak, formasyonlarına arkeolojik kazı metodolojisi, klimatoloji ve malzeme bozulmasına etkileri, kurtarma ve kaldırma aşamasındaki zarar vermeyen teknikler, paketleme, depolama ve taşıma tekniklerini içeren temel nosyonlar eklenmeli; gerçek ve özgün uygulayıcılar oluşturulmalıdır.

Bu teknikerler, uzman ve duyarlı olsalar dahi, kazıcılarla restoratörler arasındaki boşluğu doldurmalıdır. Bu kişiler, kısa sürede ortaya çıkan buluntuların kondisyonlarını, çevresindeki iklimsel koşulların ve insana bağlı kontekstin üzerlerinde oluşturacağı güvenlik açığını, kendilerini bekleyen olaylara karşı gösterecekleri hassasiyet ve zaafiyetleri gözlemlemeyi ve değerlendirmeyi bilmek zorundadır.

Bunun yanı sıra; koruma, stabilizasyon ve paketleme gibi tüm olası önleyici faktörleri uygulamaya koyarak ve/veya organize ederek, doğrudan müdahaleleri—özellikle de daha komplike ve geri dönüşümsüz olanları—sınırlandırmalı; ilerleyen süreçte başka bir restorasyon müdahalesi gerektirmeyecek şekilde kalıntıları dış etkilere karşı daha dayanıklı hale getirecek müdahalelerde bulunarak, eserlerin degrade olmasını engelleme görevini de üstlenmelidirler.


Bu şekilde tasarlanmış bir Acil Müdahale Birimi’nin (AMUB) konservasyon problemlerine kesin bir çözüm getiremeyeceği kabul edilmelidir.

Bu birimin, arkeolog ve restoratörlerin işlevlerine kıyasla daha yatay bir rolü olmalıdır. Bu işlev, birincil olarak ortaya çıkan buluntuların daha fazla bozulmasına izin vermeden kazı hedeflerine ulaşılmasını, ikincil olarak ise olası restorasyon müdahalelerine uygun şartların sağlanmasını kapsamalıdır.

Acil müdahalelerde deneyselliğe yer yoktur; kullanılacak ürün ve ekipmanlar belirli, denenmiş ve güvenilir olmalıdır.

Alanda yapılan uygulamalarla olgunlaşmak; deneyim kazanmak ve karşılaşılan durumları objektif bir şekilde değerlendirmek esastır.

Bu nedenle, AMUB’un arkeolojik kazı gerçekliği ile uzun vadeli konservasyon ölçütleri arasında birleştirici bir halka olarak görülmesi temeldir. Eğer bu halka hiç yoksa ya da zayıfsa, malzemeler bulundukları duruma göre değişime uğramış, restore edilemeyecek ya da güvenilir bilgi içermeyecek kadar zarar görmüş olabilirler.

GÖREV VE SORUMLULUKLAR

Günlük uygulamada, AMUB’un arkeolojik kazının bilimsel başkanı ve onun bağlı olduğu kurumla anlaşmalı bir şekilde belirlenmiş görevlerle meşgul olması gerekir.

AMUB şunları yapmak zorundadır:

Kurumsal Bir AMUB'un Ek Görev ve Sorumlulukları

Listelenen görev ve sorumlulukların yanı sıra, kurumsal bir Acil Müdahale Birimi (AMUB) aşağıdaki işlevleri de yerine getirebilmelidir / getirmek zorundadır:

İKLİMSEL FAKTÖRLER

Arkeolojik bakış açısından toprak, her şeyden önce doğal ve insan yapımı varlıkları, aktiviteleri tanımlamak için araştırılacak tarihsel bir konudur.

Konservasyon bakış açısından ise toprak, öncelikle içerdiği materyallerle etkileşen biyolojik, fiziksel ve kimyasal bir sistemdir. Karakteri; eşlik eden coğrafi konum, jeomorfoloji, doku, derinlik, sıcaklık, su miktarı, kimyasal kompozisyon ve pH gibi farklı faktörlere göre son derece değişkendir.

Toprak altı malzemelerin hayatta kalmaları hem kendi yapılarından hem de toprağın yapısından ve bu iki faktörün birleşiminden kaynaklanır.
Malzemelerin bulunma olasılıklarını belirleme, korunmuşluk durumlarını tahmin etme ve dolayısıyla kurtarma uygulamalarını planlama amacıyla araştırılacak arkeolojik toprakların doğasını ve içinde barındırabileceği malzeme tiplerine karşı öngörülen davranışlarını bilmek önemlidir.

Doku söz konusu olduğunda, topraklar prensipte dört partikül tipinin genellikle alternatif sıralanmaları veya aralarındaki karışımdan oluşurlar: kum, az veya çok yağlı toprak, balçık ve kil. Her birinin dokusu; su drenajını, ağız açıklığını, organik malzeme ve solüsyon içindeki minerallerin filtrasyonunu belirler.

Kumlu bir toprak oksijen bakımından zengindir, su geçirgenliği vardır, yani su ve oksijen drenajını sağlayan bir yapısı vardır. Buna karşın, killi bir birikinti büyük oranlarda su absorbe eder ve bunu tutar, ayrıca oksijen, karbondioksit ve kükürtdioksit gibi atmosferik gazları az geçirir. Teorik ve genel düzlemde, konservasyon açısından en kötü toprak altı koşulları dış ortamı nemli, üst katmanları kumlu toprak ortamı oluşturur. Bu durumda buhar fazındaki su (nemli hava) ve oksijenin kendi aralarında ve kumlu katmanda gömülü materyallerle oksitlenme ve hidroliz gibi zararlı olaylara olanak verecek şekilde sürekli etkileşim halinde olma olasılıkları vardır.

Öte yandan, özellikle bazı organik materyaller için bir bataklık veya killi bir katman en iyi korunma şartlarını sağlayabilir. Bu durumda su, toprağın tüm dokusuna nüfuz eder ve boşlukların neredeyse tamamını doldurarak gazların, özellikle de oksijenin girişini engeller. En iyi korunma koşulları kuru bir iklim (çöl) ve tamamen kuru kum katmanlarında veya atmosferik gaz ve oksijen geçirgenliği olmayan bir tabaka işlevi gören kil birikintisinin altındaki kuru kumlu topraklarda bulunabiliriz.

Başka yerlerde de olduğu gibi su, toprakta da biyolojik, fiziksel ve kimyasal dengelerde olmazsa olmaz bir rol oynar: kimyasal reaksiyonları tetikler ve onlara katılır, hem çözücü hem de çözünmüş madde taşıyıcılığı yapar, gerek toprak gerekse gözenekli malzemeyi nemlendirir veya doygunluğa ulaşıncaya kadar ıslatır, genellikle zararlı fiziksel olayları belirler.

Toprağın pH'ı normalde 5-9 arasındadır, üst sınırlar 2-11’dir. Toprağın pH'ı, kayda değer miktarda yeni asidik iyon girişine bağlı olarak değişir: örneğin, yağmur bir hidrojen katyonu artışına neden olur. Hidrojen, karbondioksitle birleşince karbonatlı bileşik oluşturur. Kökler ve mikroorganizmalar da karbondioksit üretir ve bunlar suyla birleşince toprağın asitliğinin artmasında rol oynar. Öte yandan, alkali iyonları (Na⁺, K⁺) veya toprak alkali bileşenleri (Ca²⁺, Mg²⁺) zengin toprak büyük olasılıkla baziktir. Bazik veya alkali iyonların artması veya eksilmesi gerçekleştiğinde toprakta ve içerdigi materyallerde yeni bir kimyasal organizasyon meydana gelir: tuzlar oluşur ve toprağın pH'ı nötr değerlere kayar. Deri, ipek ve yün gibi keratin bazlı tekstiller asidik topraklarda daha iyi ve uzun süreli yaşarken, demir, kemik, ahşap ve pamuk gibi selüloz bazlı tekstiller alkali topraklarda daha iyi ve uzun süreli yaşar. Genellikle nötr topraklar, yani pH'ı 7 civarındaki topraklar, tüm malzeme tiplerinin en iyi şekilde korundukları koşulları sağlar.

Sıcaklık, kimyasal reaksiyonların hızını etkiler. Teoride, her 10°C'lik artışta reaksiyon hızı iki katına çıkar. Bundan yola çıkarak, 20°C'deki bir bozulmanın hızının 10°C'dekinden iki kat daha hızlı olduğunu söyleyebiliriz. Sıcaklık da oksijen de genellikle toprak derinleştikçe azalır. Bu durum, daha derin toprak katmanlarındaki materyallerin daha iyi ve daha uzun süreli korunmuş olma olasılıklarını arttırır.

GÖMÜLMÜŞ BULUNTU

Gömülme sırasında kalıntılar hem görünümlerini hem de yapıların değişen biyolojik, fiziksel ve kimyasal bozunma ve bozulma olaylarına maruz kalırlar. Bu olayların şekillenmesi, toprağın tipi, materyallerin yapı ve bileşimine bağlı olarak değişir.

Toprakla ilgili faktörler arasında oksijen, su ve pH birinci derecede önemli rol oynar: oksijen ve suyun kapsamı ne kadar düşükse, pH nötre o kadar yakındır ve bozulma daha az olacaktır. Gömülmenin başlangıç periyodundan sonra, bozulma olayları şiddetli ve hızlı bir biçimde gelişir ve devamında malzeme ortamla bir denge durumuna erişir. Bu aşamadan sonra toprakla eser arasındaki kimyasal, fiziksel ve biyolojik etkileşimler daha yavaş bir şekilde gerçekleşmeye devam eder.

Her malzeme, özgün kimliğinden ödün verecek şekilde bir denge durumuna erişir: toprakta dağılmış durumda bulunan bileşenleri (çözünebilen tuzlar veya suyla temas eden "kirleticiler") absorbe ederek kimyasal yönden zenginleşebilir; hidroliz ve çözünme olaylarından korozyon ürünleri meydana getirebilir. Bu olayları takip eden süreçte görünüşünde (şekil, form, renk, boyut) ve ağırlığında değişiklikler ortaya çıkar.

Hidroliz Nedir?

Bir bileşiğin su vasıtasıyla bölündüğü kimyasal bozunma reaksiyonudur. Bu reaksiyonda bileşik, su ile bölünmeye uğrar. Hidroliz reaksiyonunun genel ifadesi şu şekildedir:

RX + HOH → RH + XOH

Metalik, metalik olmayan ve organik bileşikler hidrolize uğrayabilirler. Hidroliz olayı, su yerine başka bir sıvı ile olursa, bu olaya solvaliz denir.

• Kaynak: http://hidroliz.nedir.com/#ixzz44T8Uj8PJ


Bazı materyaller bozunur ama hayatta kalır: genel özellikleri bakımından değişirler ve kendi içlerinde zayıflarlar. Bazıları da henüz bulunamadan yok olur. Takip eden yansılardaki gizelgeler, belli tipteki materyallerle içinde bulundukları toprak altı ortam arasındaki olası ilişkileri sematik olarak ifade eder.

TOPRAK ÜSTÜ ATMOSFER

Topraküstü atmosferi şekillendiren temel faktörler sıcaklık (T) ve bağıl nemdir (BN). Bunların şiddeti, frekansı ve döngüselliği etkilerini belirler.

SICAKLIK

Sicaklik kavrami görecelidir ve fiziksel terimlerle

kizilötesi (IR) isinlarn etkinlikleriyle ilgilidir. sıcaklığı ölçmek için kullanılan çeşitli sistemler 

vardir: Celcius (°C), Fahrenheit (°F) ve Kelvin (9K)

Latin kültüründe ve ülkemizde suyun donma

noktasini (0°C) ve kaynama noktasini (100°C)

referans alan Celcius ölçegi kullanir.

Sıcaklık pek çok fiziko-kimyasal olayı etkiler:
• Her kimyasal reaksiyon sıcaklığın artmasıyla ivme kazanır.
• Isınma, malzemelerin genleşmesine yol açar, soğuma ise genellikle küçülmesine (su bir istisnadır).
• Belli sıcaklık aralıklarında biyolojik hayat ortaya çıkar (bitki ve bakteriler).
• Sıcaklık, havanın bağıl nemini doğrudan etkiler, dolayısıyla malzemelerin kendilerini çevreleyen atmosferle denge durumunu etkilemiş olur.

MUTLAK NEM VE BAĞIL NEM


Su, doğada katı, sıvı ve gaz olmak üzere üç halde bulunur. Sıvı haldeki su buharlaşarak gaz haline geçer. Gaz halden sıvı hale geçerse buna yoğuşma denir.
Hava olarak adlandırdığımız gaz karışımı, sıcaklığa bağlı olarak belli miktarda buhar fazındaki suyu (su buharını) içerebilir. Sıcaklık sabit kaldığı takdirde, belirli bir miktar havanın taşıyabileceği en fazla su miktarına doygunluk denir. Sıcaklık ne kadar yükselirse, havanın içerebileceği su buharının miktarı o kadar artar. Sıcaklığa bağlı su buharı içeriğini belirleyen eğriye doygunluk eğrisi denir. Bu g/m³ olarak ifade edilir ve psikrometrik diyagramın temelidir.

Hava, doygunluk değerinin üzerindeki su buharını gaz formunda içeremez; sıcaklık düştüğünde fazla miktardaki su buharı yoğuşma yoluyla gaz halden sıvı hale geçer.


Metreküp başına düşen su buharı miktarı mutlak nem (MN) adını alır ve g/m³ ile ifade edilir. Ancak hava, her zaman çözebileceği maksimum miktardaki su buharını içermez; yani her zaman doygun değildir.

Başka bir deyişle, mutlak nem, belli bir sıcaklıkta 1 m³ havanın içeriğindeki su buharının ağırlığıdı


RH=(SAH​)×100

Burada:

Bu formül, bağıl nemin yüzdesini verir. 100, %100 doygunluk anlamına gelir ve hava tamamen su buharı ile doymuş demektir.

İKLİM DİNAMİĞİ VE ETKİSİ


Şimdiye kadar söylenenlerden ve psikometrik diyagramdan da anlaşılabileceği gibi sıcaklık ve nem arasında sıkı bir bağ vardır.

Dış ortamda, havanın sıcaklığı kızılötesi (IR) ışınların varlığına sıkı bir şekilde bağlıdır ve bu nedenle güneş ışınlarının süresi ve şiddetiyle doğru orantılıdır. Açık bir gökyüzündeki sıcaklık değişimleri maksimum, bulutlu havada ise minimum düzeydedir.


Havadaki mutlak nem, yağmurlara, suyun buharlaşmasına ve toprağa sıkı sıkıya bağlıdır.

Bağıl nem, mutlak nem ve sıcaklık arasındaki bağın sonucudur.

Aynı mutlak nem, düşük sıcaklıkta doygunluk sonucunu (BN: %100) veya yüksek sıcaklıkta çok düşük BN sonucunu doğurabilir.

Doğada sıcaklık ve mutlak nem değerlerindeki değişiklikler sürekli ve döngüseldir. Bu değişimin etkilerinin azaltılması, yüzyıllar boyunca sabit sıcaklık ve bağıl nem ortamında kalmış objelerin konservasyonunda temel esastır.

Doğal döngüler çok uzun sürebilir (buzul oluşumu ve erimesi), uzun sürebilir (mevsimler), kısa sürebilir (günler) veya çok kısa sürebilir (atmosferik olaylar).

Mevsimsel değişimler yavaş ve aşamalıdır, dolayısıyla malzemelere dengelerini bulma aşamasında fazla travmatik etki yapmazlar. Kısa ve çok kısa iklimsel döngüler ise hızlı olmalarından dolayı materyallere dengelerini bulma konusunda az süre tanırlar, dolayısıyla daha zararlıdırlar.

İyi havalarda sıcaklık ve bağıl nem değişiklikleri ve döngüsü hızlıdır. Bu döngü yaklaşık 12 saattir ve sıcaklık hızla yükselirken bağıl nem hızla düşer, devamında, sıcaklık hızla düşerken bağıl nem hızla artar. Bütün arkeolojik materyaller kendiliğinden gerçekleşen, ortamın havasıyla bir denge kurma eğilimindeyken, döngünün bir fazında nem kaybederken diğer fazında nemlenirler. Kapalı havada bağıl nemde olduğu gibi sıcaklık değişimlerinin önemi daha azdır. Arkeolojik materyaller için tehlike daha azdır. Yağış durumunda materyaller sıvı veya katı haldeki suyla doğrudan temas halindedir; sıvı haldeki suyun emilimi hızlıdır. Aynı şekilde bunların bazılarının hacimlerinin büyümesi gibi. Bunun yanı sıra hepsi yağışın suyundan kaynaklanan mekanik bir etkiye maruz kalır.

Genellikle yağışları rüzgar ve güneşin takip etmesinden dolayı doygun malzemedeki suyun buharlaşması, yani oldukça fazla miktarda ve ani su kayıpları, tuz veya buz kristallerinin oluşmasına ve/veya materyalin yapısının küçülmesine neden olacak önemli etkiler doğurur. Eğer yağış takip eden güzel hava koşulları mevsiminde gerçekleşirse, genelde sıcaklığın hızla düşmesine neden olur ve bu durum suyun donmasıyla malzemenin genleşmesine ve parçalanmasına neden olabilir.


SONUÇ

Atmosferik olaylara maruz kalan materyallerin zarar görmemeleri beklenemez.

Bu ilk sonuçtan yola çıkarak, arkeolojik materyaller kazının ilk aşamalarından itibaren korunma altına alınmak ZORUNDADIR.

Sabit olsalar da termohigrometrik şartların materyallerin korunmasında oldukça zararlı etkilerinin de olabileceğinin altını çizmekte fayda var.

Konservasyon için ideal şart, mutlak bir kavram değildir ve olamaz. Konservasyon, uzun vadede her materyalin korunmuşluk durumuna ve fiziko-kimyasal yapısına uygun bir sıcaklık ve bağıl nemi zorunlu kılar.


Bir kazıdaki iklim dinamiklerinin komplikasyonu aşikardır. Özellikle de materyaller kırılgansa, iklimi kontrol etmek veya bu materyallerin konservasyon ihtiyaçlarına adapte etmek mümkün değildir.

Bu durumda etkilerini, sonuçlarını sınırlamak ve acilen müdahale etmek için iklimin neden olduğu bozulma mekanizmasını anlamak olmazsa olmaz bir hal alır.