Körös-Criș Kültürü, bazen Körös Kültürü veya Criș Kültürü olarak da adlandırılan, günümüzde Macaristan, Romanya ve Sırbistan’daki Karpat Havzası’nın doğu kısmında gelişen Neolitik bir arkeolojik kültürdür. Kültür, Macaristan’daki Körös Nehri ve Romanya’daki Criș Nehrinden adını almıştır. Körös-Criș Kültürü yaklaşık M.Ö. 6000 yılında ortaya çıkmış ve M.Ö. 4500 civarına kadar sürmüştür.
Bu kültür, sık sık karmaşık geometrik tasarımlarla süslenmiş olan kendine özgü çanak çömleğiyle ve buğday, arpa, baklagiller gibi ürünlerin yanı sıra hayvancılığa da ağırlık veren tarımsal ekonomisiyle karakterize edilmiştir.
Körör-Cris kültürünün insanları küçük, yerleşik köylerde yaşadılar ve tarım, hayvancılık, avcılık ve balıkçılığı içeren karma bir ekonpmi uyguladılar. Ayrıca taş, kemik ve kil gibi malzemelerden geniş bir araç ve süs eşyası yelpazesi üreten yetenekli zanaatkarlardı.
Körös-Criş kültürü, Avrupa'daki yerleşik tarımsal toplulujların en erken örneklerinden birini temsil etmesi ve bölgedeki Neolitik dönemin sosyal, ekonomik ve kültürel gelişmelerine değerli bir bakış sunması bakımından önemlidir.
Yerleşim Yerleri: Körös-Criş kültürü genellikle nehir vadileri ve verimli topraklara yakın bölgelerde yerleşim yerleri kurmuştur. Bu yerleşimler genellikle ovaların kenarında tarım için uygun alanlarda bulunmaktaydı.
Ekonomi: kültür, tarım ve hayvancılığa dayalı bir ekonomiye sahipti. Buğday, arpa, mercimek gibi bitkilerin yanı sıra sığır, koyun ve domuz gibi hayvanlar yetiştiriliyordu. Ayrıca avcılık ve balıkçılık da önemli geçim kaynaklarıydı.
Çanak Çömlek: Körös-Criş kültürü, karmaşık geometrik desenlerle süslenmiş olan özgün seramikleriyla tanınır. Bu seramikler genellikle çanak, testi ve kap şeklindeydi ve günlük kullanımın yanı sıra dini ve ritüel amaçlar için de kullanılmış olabilir.
Toplumsal Yapı: Kültürün toplumsal yapısı hakkında kesin bilgilere sahip değiliz ancak küçük köylerde yaşayan aile gruplarından olultuğu düşünülmektedir. Topluluklar arasındaki etkileşim ve ticaret, bulunan arkelojik kalıntılar ve seramik türleri üzerinden analiz edilmektedir. Körös-Criş kültürü çevresindeki diğer Neolitik kültürlerle etkileşim halindeydi. Ticaret yoluyla veya doğrudan temas yoluyla bu kültürler arasında fikirlerin tekniklerin ve malzemelerin değiş tokuşu gerçekleşmiş olabilir.
Vinča Kültürü, Güneydoğu Avrupa’da, özellikle de Balkanlar’da Neolitik ve Kalkolitik dönemlerde gelişen prehistorik bir kültürdür. Yaklaşık olarak M.Ö. 5500 ile 3500 yılları arasında varlığını sürdürmüştür.
Vinča Kültürü, günümüz Sırbistan, Romanya, Bulgaristan ve Bosna-Hersek’in bazı bölgelerini kapsayan geniş bir alanda bulunmaktaydı. Geniş bir coğrafi dağılıma sahip olan bu kültür, Balkanlar genelinde birçok yerleşim yeri ve arkeolojik alanla temsil edilmektedir.
Vinča Kültürü’nün tanımlanmasındaki anahtar yerleşim, Vinča-Belo Brdo Neolitik yerleşimidir. Yaklaşık 1000 yıl boyunca iskan gören bu yerleşim, süreklilik açısından en önemli höyük yerleşimlerinden biridir. Höyük yaklaşık 10 metre yüksekliğindedir.
Höyükteki ilk araştırmalar, 1908 yılında Belgrad Müzesi tarafından, M. Vasić başkanlığında gerçekleştirilmiştir.
Vinča Kültürü’nün, M.Ö. 4600’lü yıllardan itibaren, höyük yerleşimlerinde yangın geçirmiş tabakalarla kendini gösteren bir evrede sona erdiği görülmektedir.
Benzer bir durum, M.Ö. 4600 öncesinde, daha kuzeyde Tisza Nehri boyunca yer alan Tisza Kültürü’nün yayılım alanında da karşımıza çıkmaktadır.
Vinča Kültürü, günümüz Sırbistan, Romanya, Bulgaristan ve Bosna-Hersek’in bazı bölgelerini kapsayan bir alanda bulunmaktaydı. Geniş bir coğrafi dağılıma sahip olan bu kültür, Balkanlar genelinde birçok yerleşim yeri ve arkeolojik alanla temsil edilmektedir.
Vinča yerleşimleri, küçük köylerden daha büyük kentsel merkezlere kadar çeşitlilik göstermekteydi. Genellikle nehirlerin yakınında, stratejik olarak konumlandırılmışlardı; bu durum tarımı, ticareti ve ulaşımı kolaylaştırıyordu. Vinča yerleşimleri genellikle düzenli sokaklar ve kerpiç ya da taş temelli kulübe yapılarla karakterize edilen, iyi planlanmış yerleşim düzenlerine sahipti.
Vinča Kültürü, dönemi için ileri tekniklerle üretilmiş karakteristik seramikleriyle ünlüdür. Vinča seramikleri, genellikle geometrik desenler, zoomorfik (hayvan biçimli) motifler ve antropomorfik (insan biçimli) figürler içeren karmaşık tasarımlarıyla dikkat çeker. Kültür ayrıca taş, kemik ve bakırdan yapılmış çeşitli araç ve aletler üretmiştir.
Tarım, Vinča Kültürü’nün ekonomisinde kilit bir rol oynamıştır. Buğday, arpa, darı ve baklagiller gibi ürünler yetiştirmişler; sığır, koyun, keçi ve domuz gibi hayvanları evcilleştirmişlerdir. Ayrıca avcılık, balıkçılık ve toplayıcılıkda ekonomiyi destekleyen faaliyetler arasında yer almıştır. Arkeolojik kalıntıların bolluğu, bu kültürün nispeten istikrarlı ve refah içinde yaşayan bir tarım toplumu olduğunu göstermektedir.
Vinča Kültürü’nün sosyal yapısı hâlâ arkeologlar arasında tartışma konusudur. Kazılardan elde edilen kanıtlar, zenginlik, meslek grupları ve muhtemelen dini ya da ritüel roller gibi faktörlere dayalı bir dereceye kadar sosyal farklılaşma olduğunu göstermektedir. Ancak, bu kültürde kesin bir siyasi organizasyonun veya liderliğin var olup olmadığı henüz netlik kazanmamıştır.
Vinča Kültürü, güçlü bir dinî ve ritüel vurgusu olan karmaşık bir inanç sistemine sahipti. Arkeolojik buluntular arasında çok sayıda ritüel obje yer almaktadır; örneğin figürinler, muskalar ve kült nesneleri. Bazı araştırmacılar bu unsurları şamanizm ya da atalara tapınma olarak yorumlarken, diğerleri daha gelişmiş ve karmaşık bir dini dünya görüşü olduğunu öne sürmektedir.
Vinča Kültürü’nün M.Ö. 3500 civarında neden çöktüğü tam olarak bilinmemektedir. Çevresel değişiklikler, toplumsal çalkantılar ve komşu kültürlerle etkileşim gibi faktörlerin bu süreçte etkili olduğu düşünülmektedir. Ayrıca, doğudan gelen Yamnaya Kültürü gibi yeni kültürel etkiler de ortaya çıkmış ve bölgenin sonraki kültürel peyzajının şekillenmesinde rol oynamıştır.
M.Ö. 7000 - M.Ö. 3000
Avrupa'nın diğer bölgelerine kıyasla erken başlamıştır.
• Tarım ve Hayvancılık:
Bu dönemde buğday, arpa, mercimek ve bezelye gibi bitkiler yetiştirilmiştir. Ayrıca koyun, keçi ve sığır gibi hayvanların evcilleştirilmesi de bu dönemde başlamıştır.
• Yerleşim Yerleri:
İlk köy yerleşimleri bu dönemde ortaya çıkmıştır. Evler genellikle kerpiçten yapılmış ve dikdörtgen planlıdır. Sesklo ve Nea Nikomedeia gibi yerleşimler, bu dönemin önemli örnekleri arasındadır.
• Aletler:
Taş ve kemik aletler yaygın olarak kullanılmıştır. Ayrıca çanak çömlek üretimi de bu dönemde başlamıştır. İlk seramikler genellikle basit ve işlevsel özellikler taşımaktadır.
Yunanistan’daki Erken Neolitik dönemin göreli kronolojik şeması, 1950’lerde yapılan sınırlı sondajlardan elde edilen buluntulara dayanarak geliştirilen diziler temelinde oluşturulmuştur.
1950 ile 1970 yılları arasında, Yakın Doğu kaynaklı kavramsal çerçeveler, Ege arkeolojisinde de uygulanmaya başlanmıştır.
Bu dönemde kültürel değişim, “Neolitik Paket” olarak adlandırılan tüm unsurların — yani tarım, hayvancılık, yerleşik yaşam, çanak çömlek yapımı gibi ögelerin — Neolitik dönemin en başında Güneydoğu Avrupa’da eş zamanlı olarak ortaya çıktığı varsayımına dayanılarak, çoğunlukla kolonizasyon süreçleri ile açıklanmıştır.
Milojsic, kültüre alınmış bitkiler (emmer ve arpa) ve hayvanlar (koyun) adına "Yakın Doğu ile ilşkiler" çerçevesinde ele aldı.
Theocharis (1973: 34-36), Teselya'da yerleşik bir yaşam tarzının başlangıcını, bitkilerin ve hayvanların yerel bir evcilleştirilmesine dayanan yerli bir süreç olarak açıklamaya oldukça meyilliydi, ancak Yakın Doğu'nın zamansal üstünlüğünü ve oradan "dolaylı bir yayılmayı" kabul etti. Başka bir deyişle yerel Mezolitik nüfusların aktif olarak dahil olduğu bir kültürlenme süreci düşündü.
"Neolitik Paket" gibi tartışmalı kavramların eklenmesiyle doğrudan veya dolaylı yayılma bakış açılarını ve PPNB'nin sözde çöküşünden sonra batıya göç eden insan gurplarının varsayımları gibi varsayımları sürdürdüler.
Kolonizasyon modeliyle sonuçlanan özellikle bu iki kavramın "Paket" ve "Göç" ün birleşimiydi. Yine de kültür değişikliğini açıklamak için bunları kullananlar tarafından sömürgeci ve sömürgeleştirme terimlerinin kesin bi tanımını yapmadılar.
Neolitik Paket kavramı 1971'de Colin Renfrew tarafından Sheffield'de düzenlenen bir konferansta birkaç konuşmacı bilgi, teknik ve ögelerin insanlarla birlikte hareket ettiği anlatının temelini daha da hazırlamış olabilecek kültürel değişim modellerini sunmasıyla orataya çıktı.
Albert Ammerman ve Kuigi Cavalli Sforza "Paket"in en temel unsuru olan tarımı "ilerleme dalgası" modeli için bir araç olarak kullanıyorlardı.
Zamanla Neolitik Paket daha da kapsamlı farklı bölgelerden kaynaklı olan kesin içeriğin tanımı ile biçim değiştirdi. (Özdoğan 2008:155)
Son zamanlarda "Neolitik Paket" tek merkezli olmayan birkaç Pakete bölündü böylece kavram yeni görüşlere uyarlandı. (Çilingiroğlu, 2005)
Yine de temel tutum aynı. Daha gelişmiş bir kültürel statüye sahip sömürgeciler, bilgilerini ve eşyalarını daha az gelişmiş insanların yaşadığı yerlere getirdiler ve baskın olan da bu oldu.
Buna karşın, Batı Anadolu’da görülen temel hammaddelerden biri olan obsidyenin, esas olarak Orta Anadolu kaynaklarından getirildiği düşünülüyordu. Bu görüşe göre, sömürgeciler “Neolitik Paket”in diğer öğeleriyle birlikte obsidyeni de bölgeye getirmişlerdi.
Ancak Dedecik-Heybelitepe’den elde edilen obsidyen parçaları üzerinde yapılan nötron aktivasyon analizleri (NAA), ayrıca Çukuriçi Höyük ve Coşkuntepe’deki buluntular, bu hammaddenin ana kaynağının Melos Adası olduğunu göstermiştir.
“Neolitik Paket” yalnızca teknoloji ve maddi kültür öğelerinin bir araya gelmesi anlamına gelmez; aynı zamanda geleneksel kültürel davranışları içermez. Bu nedenle, sadece maddi buluntular üzerinden kültür yayılımını açıklamak doğru bir yaklaşım değildir.
Mezolitik ve Neolitik gruplar arasındaki zamansal ve mekânsal yakınlığın ya da mesafenin belirlenmesigerekmektedir.
Benzerliklere odaklanmak yerine bölgesel çeşitliliğe bakmak daha doğru olacaktır. Bir bölgede belirli unsurların kabul edilip diğer bölgelerde reddedildiği durumlar varsa, bu durum “Paket”in varlığını anlamamıza yardımcı olabilir; ancak bu değerlendirme genellikle yapılmamıştır.
John Robb’un da haklı olarak belirttiği gibi, “Paket” belirli bir bölgeden Neolitik Dönem’in başlangıcına asla doğrudan gelmemiştir, daha ziyade uzun bir sürecin sonunda ortaya çıkmıştır.
Tarihöncesi dönemlerde insan yerleşiminin sürekliliği ve çeşitliliği açısından büyük bir öneme sahiptir.
Mağara, Paleolitik avcı-toplayıcı topluluklardan Neolitik tarım toplumlarına geçiş sürecini ayrıntılı bir şekilde ortaya koymaktadır. Franchthi Mağarası’ndaki buluntular, tarihöncesi dönemin sosyo-ekonomik yapısı, beslenme alışkanlıkları ve teknolojik gelişmeleri hakkında önemli bilgiler sunar.
Bu nedenle, Franchthi Mağarası, Yunanistan ve Avrupa tarihöncesi arkeolojisi için kritik bir araştırma alanıdır.
Üst paleolitik (MÖ 20000-8300) döneminde mağarada bulunan insanlar avcı toplayıcıydılar. Mağara sadece mevsimlik olarak kullanılıyor.
MÖ 11000'den önce bitkilerin yetiştirilmesine dair kesin bir kanıt yoktur. Ancak Boraginaceae ailesinden bitki tohumlarının varlığı burada insanların bitkileri uyumak için yumuşak yüzey oluşturmak için veya köklerinden renkli bir pigment elde etmek için kullanılmalarından kaynaklanıyor olabilir.
MÖ 11000'den itibaren yetiştirilen bitkiler, yabani mercimek, fiğ, fıstık ve badem ağaçlarıydı. Yabani arpa ve yulaf nadiren bulunurdu ve MÖ. 7000'den (Mezolitik) itibaren daha popüler hale gelmeye başladı.
Hayvan kalıntıların çoğunluğu yabani atlar ve eşekler. Ayrıca geyik, domuz, tavşan, kamlumbağa ve kuş kalıntıları da var. Tilki, sığır, keçi türleri, köstebek ve küçük balık sayısı azdı.
Küçük balıkların varlığı, uygun teknelerin olmaması nedeniyle muhtemelen sahile yakın yerlerde yapılan balıkçılığın kanıtları.
Çakmaktaşları ve Melos adasında gelen obsidyenden yapılmış bazı aletler bulunmuş.
Mezolitik Dönemde (M.Ö. 7000–6000), Franchthi Mağarası, iklim değişiklikleri nedeniyle bir süre terk edildikten sonra tekrar kullanılmaya başlanmıştır. Bu döneme ait iki yerleşim evresi ayırt edilebilir.
İlk evrede, Üst Paleolitik dönemde görülen bitkiler büyük ölçüde korunmakla birlikte, birkaç istisna vardır. Yulaf ve arpa yaygınlaşırken, Boraginaceae familyasına ait bitkiler ortadan kalkmıştır. Ayrıca, yabani bezelye ile yabani armut türleri görülmektedir. Bu veriler, muhtemelen çevresel değişikliklerin sonucudur.
Avcılık açısından, at ve keçilerin yerini geyikler almaya başlamıştır. Mağara sakinlerinin balıkçılık becerileri de gelişmiştir; bu, deniz faunası ve deniz kestanesi kalıntılarından anlaşılmaktadır.
Mezolitik dönemin ikinci evresi ise özellikle büyük boy balık kalıntılarındaki belirgin artışla karakterizedir. Bu durum, mağara sakinlerinin daha derin sularda balık tutmaya başladığını göstermektedir.
Buna ek olarak, Melos Adası’ndan gelen obsidyen miktarında da artış görülmektedir. Melos’un mağaraya yaklaşık 150 km uzaklıkta olması göz önüne alındığında, bu dönemde denizcilik tekniklerinin de ileri düzeyde olduğu sonucuna varabiliriz.
Ayrıca, taş aletlerin kalitesinde de belirgin bir iyileşme olmuştur.
Bu dönemde çanak çömlek veya mimari yapılar gözlemlenmezken, ilk kez mezarlarla karşılaşıyoruz. En eski mezar, Alt Mezolitik döneme tarihlenmektedir. Bu mezar, 25 yaşındaki bir erkeğe aittir ve eşyasız, büzüşmüş pozisyonda gömülmüştür. Alnında bir yara olduğu ve muhtemelen sıtma nedeniyle sağlığının iyi olmadığı anlaşılmaktadır.
1989 yılında insan kalıntıları üzerinde yapılan ileri analizler, bu mezarın dönemin üst katmanlarında yer aldığını ve altında başka mezarların bulunduğunu göstermiştir.
En az beş bireye ait mezar ve iki kremasyon bulunmuştur. Diğer insanlara (iki ila beş kişi) ait kalıntıların ise bu mezarlara ait olmadığı düşünülmektedir.
Bu bulgulara dayanarak, mağara sakinlerinin muhtemelen yerleşik hayata geçmeye başladığı sonucuna varabiliriz.
Erken/Alt Neolitik döneminde (M.Ö. 6000–5500), birkaç değişiklik ortaya çıkmış; tahıl ekiminin geliştirilmesi ve buğday, arpa ile mercimeğin yetiştirilmesi önemli yenilikler olmuştur. Aynı zamanda, özellikle taş aletlerin üretimi ve cilalanması da gelişmiştir.
Orta Neolitik Dönem’de (M.Ö. 5000–4500), çanak çömlekler önceki döneme göre farklılık göstermektedir. Bulunan kemiklerin çoğu keçi-koyun türlerine ve balıklara aittir; geyik, domuz ve sığır kalıntıları ise daha azdır. Çanak çömlekler daha iyi kalitede olup, pişirme sıcaklığı yaklaşık 800 °C’ye yükseltilmiştir.
Obsidyen, taş endüstrisinde en çok kullanılan hammaddedir.
Mezarlarda ise, her birinde birkaç obsidyen dilgi bulunan, 33 ve 40 yaşlarındaki kadınlara ait kalıntılar önemli buluntular arasında yer almaktadır.
Üst Neolitik Dönem (M.Ö. 4500–4000), önceki aşamanın bir devamıdır. Çanak yapımı gelişmeye devam eder. Keçi ve koyun türlerinden gelen hayvan kemiklerinin sayısı artar ve neredeyse sadece bu türler tüketilir.
Sığır, geyik ve balık varlığı ise minimum düzeydedir.
Obsidyen, ok uçları yapımında kullanılır ve önemi giderek artar.
Final Neolitik Dönem (M.Ö. 4000–3000), Franchthi Mağarası’ndaki son yerleşim evresini temsil eder. Birçok bilim insanı, Franchthi’deki Son Neolitik’i, Üst Neolitik’in bir devamı olarak görür. Aslında, bu aşamada çanak yapımındaki ilerlemeler ana gelişme olmuştur; bu dönemde çanaklar daha süslü ve özenlidir.
Obsidyen, neredeyse kullanılan tek taş türüdür.
Gömüler devam eder, ancak bu evrede bebek mezarlarına da rastlanmaktadır.